Ana içeriğe atla

Büyükada'ya Trenle

Tren yolculuklarını çok severim.. Hayat doludur trenler.. Her şey vardır.. Hani önemli olan varmak değil yolculuk etmektir derler ya.. (BMW öyle der..) Pazar günü İstanbul'da, Büyükada'daydım. Harika bir tren yolculuğundan sonra sabah kahvaltımı restoran vagonda Hereke sularının ilk ışıklarını ve körfeze demir atmış uyuyan gemileri izleyerek yaptım. İstanbulda Kadıköy'de iskele kıyısındaki bir çay bahçesinde arkadaşlarımla buluştum. Sabah yakaladığımız ilk ada vapuruyla Kadıköy iskelesinden yola çıktık. Havada bir parça simit kapmak için vapurla yarışan martılarla birlikte adaları teker teker ziyaret ederek öğleden önce Büyükada'ya vardık. Bu arada boğazdaki yunus sürüsünü belirtmeden geçemeyeceğim.. İşte size biraz ada, biraz İstanbul getirmek istedim... Bazen bir martının, ya da bir leyleğin gözlerinden... Haydi binin atlı karıncaya, birlikte uçalım...

Büyükada çam ormanları, kır kahveleri ve faytonlarıyla İstanbul'un yanıbaşında bambaşka bir dünya...

Adaların İstanbul'a hem en uzak, hem de en büyüğü olan Büyükada, vapurdan iner inmez tarihi iskelesi ve büyük çarşı meydanıyla kucaklar sizi. Sol tarafa doğru adanın ünlü balık lokantaları uzanır. Anadolu Kulübü tesislerine uzanan sağ taraftaki yolda çay bahçeleri ve balıkçı barınağı yer alır. Birahanelerin, midye tavacıların ve cafelerin dizildiği karşınızdaki yol sizi çarşıya sokar. Tezgahlardaki ve dükkanlardaki ürünler taze ve kaliteli olmakla birlikte, Bostancı'dan getirildiği için pahalıdır.

Saat kulesinin sağ tarafında fayton durakları vardır. Adanın tek ulaşım aracı olan faytonlarla belirli bir adrese gidebileceğiniz gibi, büyük ve küçük tur olarak iki farklı güzergahta yapılan gezintilerde bütün adayı turlayabilir ve tüm güzellikleri izleyebilirsiniz.

Faytoncuların bulunduğu meydanda bisiklet kiralama yerleri de var.

Ağer adayı yudum yudum koklamak istiyorsanız, 23 Nisan caddesinden başladığınız motorlu araç trafiğinden uzak yürüyüşünüzde belki zaman zaman faytonların nazik zil sesleri uyaracaktır.

Sağ yanınızda görkemli yapısıyla Anadolu Kulübü'nü göreceksiniz. Buradan Mehmetçik Caddesi'ne kıvrılacak, Ermeni Katolik Surp Astvadzazin Kilisesi'nin yanından geçerek Çankaya Caddesi'ne çıkacaksınız. Karşınıza "Agopyan Köşkü" olarak bilinen 4 katlı ve 22 odalı yapı bir zamanlar otel olarak kullanılmıştı.

Sağ tarafınızda Turing tarafından işletilen Büyükada Kültürevi'ni göreceksiniz. Burada yaz aylarında çay, kahve, aperatif yiyecekler bulabilirsiniz. Eğer Ada'nın erkencilerindenseniz, sabah kahvaltınızı burada yapabilirsiniz. Kültürevi'nde Cuma, cumartesi ve Pazar akşamları klasik müzik konserleri de verilmektedir.

Yürüyüşümüze devam edersek, sağ tarafımızda bir taş kule dikkatimizi çeker. Kulenin yer aldığı büyük bahçe Büyükada Tenis ve Su Sporları Kulübü'ne aittir. "Salkım Hanımın Taneleri" filminde adı geçen Seferoğlu Köşkü, bir zamanlar bu bahçede yer alırdı. Ancak 1999 yılında yaşanan yangın, köşkü kül etti.

Yolun sonunda gri beyaz rengi ile Ahmet Emin Yalman Yalısı'nı görürüz. 1999 yılında Turing'e verilen ve restorasyonuna başlanan yalı, kurumun içine düştüğü ekonomik kriz nedeniyle tamamlanamadı.

Çiçek kokuları, kuş cıvıltıları içindeki yürüyüş parkurunda Nizam Yokuşu'na varırız. Hemen karşımızda Dil Burnu dinlenme tesisleri vardır.

Büyükada'da motorlu trafik yok. Atlı trafik var. Binalar sanki bir eski bir avrupa ya da kanada şehri havası veriyor. Ama çoğu çok bakımlı ve çoğu da yararlanabileceğiniz hizmetler veriyor.

Anayoldaki atlı ve bisikletili trafikten uzaklaşmak istedik ve gördüğümüz dar ve dik bir merdiven sokaktan, nasıl olsa bir yol buluruz diyerek tepeye doğru çıktık. Sokak giderek bir patikaya dönüştü. Ve yanılmamışız... Toprak bir orman yolu bulduk. Ilık bir bahar-ilk yaz sabahı kuş sesleri ve muhteşem çiçek kokuları arasında tertemiz bir havada, çok keyifli bir yoldan yürüyerek, yetimhane olarak tanınan metruk ahşap binanın batı tarafından "Lunapark" olarak anılan birlik meydanına çıktık. Birlik meydanı adanın en yüksek tepesinde bulunan Aya Yorgi kilisesine çıkmadan önce faytonla gidebileceğiniz en uç nokta. Gerisini yürümek zorundasınız... Atla da
gidebilirsiniz eğer isterseniz...

Arnavut kaldırımı tarzında döşenmiş bir yoldan tepeye tırmandık. Önce tepedeki aya yorgi kilisesini ziyaret ettik. Pazar ayini yeni bitmişti. Genç bir papaz bizi karşıladı. İçeride hafif sesle bir ortodoks korosunun sesi duyuluyordu. Tütsülerin ve mumların kokusu etrafı sarmıştı. 600 yıllarından kalma kilise bu gün de hem ibadete hem de ziyaretçilere açık.

Kilise ziyaretimiz bittikten sonra, tepenin en muhteşem, en hakim yerinde kurulu bir yapının hemen yanındaki taraçada muhteşem bir manzarada yemeklerimizi yedik. Izgaraları ve dolmaları çok güzel. Börek de yapıyorlar. fiyatlar da gayet makul.. Ama sürpriz kendi yaptıkları harikulade özel kırmızı şarap... Self servis ve pazar günleri çok kalabalık olabiliyor. Biraz erken gitmekte ve sıranız gelmişken herşeyi birden almakta yarar var... Gelirken iki şişe kırmızı şarap da sizin için çantama atmak istedim. ama kuyruk o kadar uzamıştı ki... Belki de daha iyi... Çünkü birlikte gidip yerinde yaşayabilir ve tadabiliriz.

Biz zevkle yemeğimizi yerken ve şarabımızı yudumlarken, çok kalabalık bir leylek sürüsü bizi ziyarete geldi... Hemen üstümüzde, hatta çevremizde kalabalık gruplar halinde uçarak çemberler çizdiler... Ve geldikleri gibi de aniden gittiler..

Dönüşte yolumuzu biraz uzatıp toprak bir yoldan adanın en güney ucundaki kayaya kadar gittik. Daha sonra büyük tur yolunu takip ederek ilçe merkezine yöneldik. Yürüyüşümüz boyunca etrafta serbestçe dolaşmaya bırakılmış atlar ve taylar bize eşlik etti.

Biraz da şehir merkezini dolaştıktan sonra vapurumuza atlayıp İstanbul'a döndük..

Akşam yemeğimizi Kadıköy iskelesindeki bir restoranda güneşin istanbul üzerindeki muhteşem ve dünyaca meşhur batışını izleyerek yedik. Daha sonra Haydarpaşa'ya giderken deniz kıyısındaki çayhanelerden gözümüze kestirdiğimiz bir tanesinde çayımızı istanbul'un ışıklı renklerinin denizdeki oynak yansımalarını izleyerek içtik. Ama aklımız balık ekmek teknelerinde ve tekne lokantalarında kaldı. Bir dahaki sefere ..

Sonra evli evine, Ankaralı trenine dönmek üzere dağıldık...

Bu harika bir keşif gezisiydi. Bir dahaki sefere birlikte gideriz.. :)

Fotoğraflar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asteriks, Loreena McKennitt, Enya ve Yozgat

Sabahın erken saatinde tur otobüsünü bekliyorum. Durağa gelen bir kaç hanım "Yozgat'a mı gideceksiniz?" diye soruyor. "Evet" diye cevaplıyorum. İçlerinden birisi "Napacaksınız Yozgat'ta, işiniz mi yok?" diye soruyor. "Siz niye gidiyorsunuz?" diyorum. "Ben Yozgat'lıyım" diyor. Doğrusu bu durum Yozgat hakkındaki genel kanıyı özetliyor. Oysa ben size: "Enya, Loreena McKennitt ve Asteriks aslen Yozgat'lıdır" desem ne derdiniz?

Karboğazı Destanı

Karboğazı Muharebesi, Kurtuluş Savaşı'nda Toros dağlarında Fatma Nine, yörükler ve köylülerden oluşan Milli Kuvvetler ile Fransız ordusu arasında kara savaşı. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisinden sonra Osmanlı ordusu Mondros Mütarekesiyle silahsızlandı. Müttefikler, ateşkesten 47 gün sonra 17 Aralık 1918'de Mersin'i işgal ettiler. Hemen ardından Fransa güney Anadolu'nun çoğunu işgal etti. Güneybatı İtalyan kontrolü altında olduğundan, Türkiye Akdeniz'le irtibatını kaybetti. Dağları kontrol etmek için Fransız planı : Fransa deniz kıyısını ve Çukurova gibi alüvyal ovaları kontrol etmeye çalıştı. Ancak Toros Dağlarındaki köylülerin ve göçebe Yörük obalarının kontrolü zordu. Dahası, Akdeniz kıyılarından Orta Anadolu'ya ana geçit olan antik çağın Kilikya Kapısı Gülek Geçidi, milli kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Gülek Geçidi'nin etrafında Fransız hakimiyetini sağlama görevi için Binbaşı Mesnil yönetiminde bir tabu

Kurtuluş Savaşının Kadın Kahramanları: Şerife Bacı

Yıl 1921, Aralık ayında kar birdenbire bastırmış, Küre ve Ilgaz dağlarından geçen İnebolu-Ankara yolu kapanmıştı. Cepheye giden nakliye kolları geceye kalmadan yakın köy ve hanlara sığınmışlardı...