Ana içeriğe atla

Bir Başkadır Kırım Toprağı...

Kırım, hemen yanı başımızdaki adeta cennetten bir köşe. İstanbul’dan ortalama bir buçuk saatlik bir uçuşun ardından, Kırım’ın başkenti Akmescit şehrine ulaşabilirsiniz.

Ukrayna’ya bağlı özerk cumhuriyet statüsündeki Kırım 26.140 km²’lik yüzölçümü ve 2.400.000 nüfusuyla küçük sayılabilecek bir toprak parçası. Başkenti Akmescit (Simferopol) dışında en önemli şehirleri askeri üs konumundaki Akyar (Sevastopol), turizm merkezi Yalta, tarihi başkenti Bahçesaray ve ticari liman konumundaki Gözleve (Yevpetoriya)’dır.

Kırım, 15. yüzyılın ortalarından itibaren de Kırım Hanlığı’na yurt olmuştur. Bu kudretli hanlığın sınırları o dönemlerde bir taraftan Moskova önlerinden Kafkas Dağları’nın eteklerine, öte taraftan Hazar Denizi kıyılarından Lehistan (Polonya) ovalarına kadar uzanmaktaydı. Kırım Tatarları, işte bu kudretli Hanlığın günümüze uzanan varisleri, 1783’de vatan toprakları Rus işgaline uğrayınca, kitleler halinde “Ak Topraklar” dedikleri Türkiye’ye göç etmişlerdir. Geride kalanlar ise; Rus işgaline ve baskılara karşı sürekli bir mücadele halinde olmuşlardır. Türk Dünyasına “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” fikrini aşılayan, aydınlanma hareketini başlatan İsmail Bey Gaspıralı gibi bir değeri Türk Dünyasına hediye eden Kırım Tatarları, 18 Mayıs 1944'de Stalin'in emriyle Özbekistan çölleri ve Sibirya steplerine sürgün edildiler. Hayvan vagonlarında gönlerce süren bu sürgünün sonunda Kırım Tatarlarının %46'sı hayatlarını kaybetti. 1989'dan itibaren yeniden vatanları Kırım'a dönmeye başlayan Kırım Tatarları Kırım Tatar Millî Meclisi’nin çatısı altında ve Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun önderliğinde toplandılar.

Her Yıl Kırım’dayız

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Kırım’a 20-27 Temmuz 2004 tarihleri arasında 7 gece-8 günlük bir gezi düzenledik. 20 Temmuz 2004 Salı günü İstanbul’dan 309 sefer sayılı Ukrayna Havayolları uçağı ile başlayan yolculuğumuz, göz açıp kapayıncaya kadar bitiverdi. Uçağımız, göz alabildiğine uzanan yeşilliklerin ve bereketli ovaların üzerinden alçalarak Kırım’ın başkenti Akmescit’e iniverdi. Ukrayna havaalanı gümrüğünden dışarı çıktığımızda, bizleri Türkiye-Ukrayna Dostluk Derneği Başkan Yardımcısı Necmettin Yalta ve eşi ile gezimiz müddetince mihmandarlığımızı yapan Vasfiye Aliyeva karşıladı. Havaalanı şehrin biraz dışında olduğu için, eğer sizi karşılayan yok ise, taksiye binmek zorunda kalınacağını bilmeniz lazım.

Konaklama ve Yemek

Kırım, yüzölçümünün küçüklüğüne rağmen Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi günümüzde de bu coğrafyanın en önemli turizm merkezi biri olarak kabul edilmekte. Her yıl milyonlarca turistin geldiği Kırım’da dolayısıyla her keseye uygun pek çok otel bulmak mümkün. Ancak otellerin hizmet kalitesi ile fiyatları arasında herhangi bir ilginin olmadığını bilmek lazım. Türkiye’de kanıksadığımız standartları ve hizmet kalitesini buralarda beklememek lazım. Bizler bu yılki gezimiz müddetince Akmescit şehrindeki Turbaza Tavriya Oteli’nde konakladık. Yeşillikler içerisindeki otel, Türkiye standartlarına göre oldukça mütevazı bir görünüme sahip. Fazla lüks aramayanlar için ideal bir yer.

Gezi programımız yoğun ve her gün farklı bir şehri gezecek olmamızdan dolayı, yemeklerimizi de farklı farklı restoranlarda yedik. Kırım genelinde artık her yerde her türlü damak tadına uygun kafeler ve restoranlar bulunabiliyor. Yemekler bol kepçe ve çok lezzetli. Aman dikkat! perhizi bozabilirsiniz... Restoranlarda Tatar ve yerel müziklerin eşliğinde neşe içerisinde yemeğinizi yiyebilirsiniz.

Bahçesaray ve Hansaray

Kırım Yarımadası, coğrafi olarak küçük görünmesine rağmen tahminlerinizin de ötesinde pek çok tarihi ve doğal güzelliği bünyesinde barındırmakta. Bir kez gelmenin asla yetmeyeceğini bilerek gitmelisiniz Kırım’a.

Kırım’ı gezinize Kırım Hanlığı'nın başkentliğini yapmış Bahçesaray’dan başlamanızı tavsiye edeceğim. Bahçesaray, bizden, Anadolu’dan bir parça gibidir... Sokaklarında yürürken asla yabancılık çekmezsiniz. Safranbolu’da veya Kastamonu’da geziyormuş gibi hissedersiniz kendinizi. Vaktiyle zengin ve büyük bir şehir olsa da şimdilerde sakin ve küçük ama alımlı bir kasaba görünümünde. Bu şehri mutlaka bir rehber eşliğinde gezmelisiniz. Gezilecek çok yer ve de size anlatılması gereken pek çok tarihî eser mevcut bu şehirde.

Bahçesaray’ın en meşhur yeri hiç şüphesiz Hansaray’dır. Kırım Hanlarının sarayı Hansaray, Topkapı Sarayı’nın küçük ama zarif bir benzeri gibidir. “Tatar Elhamrası” da denilen Hansaray, içinde barındırdığı birbirinden kıymetli sanat eserleriyle ve hikayeleriyle sizi de derinden etkileyecektir.

Vaktiyle atlı süvarilerin volta attığı sarayın avlusunda, artık sarayı gezebilmek için sırasını bekleyen kalabalık turist grupları beklemektedir. Sarayı rehberiniz eşliğinde gezmeye başladığınızda her köşede size anlatılacak ayrı bir tarihin ve hikayenin olduğunu göreceksiniz. "Gözyaşı Çeşmesi"nde mermere işlenen bir sevdayı, Puşkin’in Bahçasaray Çeşmesi şiirinin mısralarında ise, bu büyük aşkın ölümsüz izlerini bulursunuz. "Demirkapı" size Kırım Hanlığı’nın haşmet ve gücü hakkında ipuçları verecektir. "Altın Çeşme", geçmişteki zenginliğinden izlerini taşırken, "Altın Oda"da azamet ve ihtişamı, "Harem"de geçmişin gizemlerini derinden derine teneffüs edersiniz aslında. İki minareli "Hancamii" ise, estetiğin semaya açılan zarif elleridir. Dedik ya Hansaray bu, anlatması zor, mutlaka görmek lazım.

Hemen bir kaç yüz metre ötede yolun kenarındaki taş bina, İsmail Bey Gaspıralı’nın 1883’de yayınlamaya başladığı Tercüman gazetesine ev sahipliği yapmıştır. Işığını bütün Türk ve İslâm dünyasına yayan bu gazetenin basıldığı yer artık Gaspıralı Müzesi olmuş, ziyaretçilerini beklemekte.

Birkaç adım daha attınız mı "Zincirli Medrese"desiniz. İnşaatında Kırım Hanı I. Mengli Geray Han’ın bile bizzat çalıştığı Zincirli Medrese’ye geldiğinizde, kapısındaki asılı zincir, geçmişte olduğu gibi bugün de ilmin önünde eğilmek gerektiğini hatırlatacaktır size. Zincirli Medrese, şimdilerde yeniden restore edilmeye çalışılmakta...

Bahçesaray’a yapacağınız ziyaret sizi acıktırdığında hemen Hansaray’ın girişinde köprünün üzerinde sıralanan tezgahlarda satılan sıcacık nefis Tatar Börekleri (Çibörek) ve tatlılar ile açlığınızı yatıştırabileceğiniz gibi, yakınlardaki pek çok nezih alternatiften birini de rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Bizim tercihimiz Ali Baba veya Markur adlı restoranlardan yana...

“Dünyanın Paylaşıldığı Yer”... Yalta

Kırım’ı anlatan herkes, öncelikle bu toprakların yeşil olduğundan bahseder. Doğrudur da... Hele hele bir tarafı Karadeniz’e bakan yarımadanın sahilleri ayrı bir güzelliktir. Yeşili ayrı bir yeşildir.

Karadeniz sahiline indiğinizde Aluşta’da kulağınıza 1944 sürgününde Özbekistan çöllerinde söylenen “Aluşta’dan Esken Yeller Yüzüme Urdu” şarkısının nağmesi gelecektir. Gurzuf’ta artık meşhur yazar Cengiz Dağcı’nın yurdundasınız. Yaşadığı toprakların her bir karesini, her bir taşını romanlarında en ince ayrıntısına kadar anlatan bu büyük insanın doğduğu, çocukluğunun geçtiği üzüm bağlarıyla donanmış bu bereketli topraklar sizi de kendine çekecektir. Destanlara konu olan "Ayu Dağ"ı "Gelin Kaya" ile "Damat Kaya"yı seyretmek ayrı bir zevk verecektir size.

Yalta, her bir yanı ayrı bir güzelliğe ve doyumsuz manzaralara sahip Kırım’daki en önemli tatil ve turizm merkezidir. Bütün Sovyet coğrafyasının en ünlü turizm merkezi olarak kabul edilen Yalta, elbette ki bunu hak edecek pek çok zenginliklere sahiptir.

“Dünyanın Paylaşıldığı Yer” olarak bilinen Yalta, bu yakıştırmayı 1945’deki meşhur Yalta Konferansı’na ev sahipliği yapmasından dolayı almış. Çar II. Nikolay için 1911’de yazlık saray olarak yaptırılan "Livadiya Sarayı"nda bu tarihi konferansın izleri itina ile korunmakta.

"Kırlangıç Yuvası", kayaların ucunda kanatlanıverecek masalsı bir yapı gibidir. Almanya’nın Ren Nehri kıyılarındaki Rittenburg Şatosu’nun minik bir kopyası olan Kırlangıç Yuvası’nın gezinti terasından Karadeniz’i bütün ihtişamıyla seyretmek, ayrı bir haz verecektir ziyaretçisine.

"Botanik Parkı", biraz bakımsız da olsa bu kadar çok bitki ve çiçek örneğinin nasıl bir araya getirildiğini sorduracaktır size. "Alupka-Vorontsov Sarayı" bu toprakların ihtişamına zarif bir katkıdır. "Massandra Şatosu", masalsı bir ülkeden gelen minik bir örnek gibidir. "Uçan-su Şelalesi", suyun kanatlanmış halidir. "Mishor" ise, destanlara konu olmuş, efsanevi Arzı Kız’ın vatanıdır.

Yalta başlı başına bir gezi ülkesidir. Adım başı farklı bir güzellik çıkacaktır karşınıza. Ay-petri Dağı’dan, Simeiz’e, Foros’dan Gaspra’ya pek çok tarihî ve doğal güzellik ziyaret edilmeyi beklemektedir.

Yalta aynı zamanda deniz demektir aslında, Karadeniz’in belli olmaz denilen havası şansınıza eğer o gün uygunsa Yalta ve çevresindeki her yerde rahatlıkla denize girebilirsiniz. Hemen şehrin merkezindeki limanın kenarındaki Halk Plajı size zaten bu konuda yeterince fikir verecektir. Yalta geceleri de hareketli bir şehirdir. Mutlaka kendinize bu saatler için boşluk yaratmalı ve kendinize bir konser veya bir havai fişek gösterisi veya bir müzikli gece ayırmalısınız bu şehirde...

"Sevastopol Önünde Yatar Gemiler..."

Kırım denilince akla ilk gelen yerlerden biri de Sevastopol şehridir. Sovyet döneminin dünyaca meşhur bu askeri üssü o yıllarda bünyesinde barındırdığı 800 parçalık muazzam donanma ile bütün dünyanın gözlerinin dikip takip ettiği bir şehir idi. Şimdilerde ise yavaş yavaş bu vasfından sıyrılmaya çalışmakta.

1996 yılına kadar “yasak şehir” konumundaki Sevastopol bu askeri kimliğinin yanında müzeleri ile de meşhurdur aslında. Bunların içinde hiç şüphesiz en önemlisi Panorama’dır.

"Panorama", 1854 Kırım Harbi’nde İngiliz-Fransız ve Osmanlı Orduları tarafından kuşatılan Sevastopol şehri ve çevresinde yaşanan çarpışmaların ve önemli olayların resmedildiği bir müzedir. Çevresinde de yine o döneme ve Kırım Harbi’ne ait pek çok materyal sergilenmekte. Toplam 115 metreye 14 metre ebatlarındaki devasa resimleriyle Panorama, dünya çapında bir üne sahiptir. Önünde uzanan kuyruklar bu konuda size bir fikir verecektir. Mutlaka görülmeli ve bir mağlubiyetten nasıl zaferle çıkmışçasına gururlanma ve propaganda malzemesi yapılabildiğini biraz da imrenerek izlemelisiniz.

Sevastopol’u gezerken rıhtıma inen merdivenlerden karşılara baktığınızda, sıra sıra dizilmiş savaş gemileri gördüğünüzde aklınıza Kırım Harbi için söylenen “Sevastopol Önünde Yatar Gemiler” türküsü gelecektir.

Limanın birkaç adım ötesinde "Hersones Antik Kenti"nin kalıntılarını gezebilir, günün yorgunluğunu bu arkeolojik kalıntıların hemen yanı başında Karadeniz’in serin sularında atabilirsiniz.

Sevastopol’da 2004 yılında Kırım Harbi’nin 150. yılı münasebetiyle büyük bir törenle açılan Türk Şehitliği’ni de ziyaret edebilirsiniz. Şehitlik, Akmescit’ giderken yolunuzun üzerindedir.

Başkent Akmescit...

380.000’lik nüfusuyla Kırım’ın en büyük şehri olan Akmescit, aynı zamanda da Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin de başkentidir. Kırım Tatarlarının tek resmi temsil organı olan ve başkanlığını Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun yaptığı Kırım Tatar Millî Meclisi bu şehirdedir. Yine Kırım Tatarlarına ait pek çok kurum (Kırım Tatar Pedagoji Üniversitesi, Gaspıralı Kırım Tatar Millî Kütüphanesi, Kırım Tatar Akademik Drama Tiyatrosu, Kırım Tatar Dans ve Müzik Topluluğu, Kırım Tatar Yazarlar Birliği, Kırım Tatar Ressamlar Birliği, Kırım Tatar Hanımlar Birliği, Qardaşlık Gençlik Teşkilatı, vd.) yine bu şehirde yer almaktadır. Gururlanmamak elde değil.

Her iki yanı park ve bahçelerle bezenmiş olan Salgır Nehri’nin ikiye böldüğü Akmescit, yeşillikler içerisinde bir şehirdir. Otelinizin penceresinden baktığınızda bunu daha iyi anlayacaksınız. Temiz havanın o insanı dinç tutun etkisini yaşayarak göreceksiniz. Akmescit’te akşamları Kırım Tatar Akademik Tiyatrosu’nun konser ve tiyatro programlarını izleyebileceğiniz gibi, çeşitli müzikli restoran ve kafelere de gidebilirsiniz. Ayşe Restoran, Gys Kafe, Kafe Maestro ilk akla gelenler...

Gözleve’de Mimar Sinan’ın İmzası...

Gözleve’deki "Han Camii", Kırım Tatarlarının yaşadıkları acı ve çektikleri zulmün şahidlerinden biridir. Kırım Hanı I. Devlet Geray Han’ın Moskova’ya düzenlediği seferden zaferle dönmesinin şerefine 1552 senesinde İstanbul Fatih Camii'nin küçük bir kopyesi olarak yaptırılan bu cami, Mimar Sinan’ın Kırım’da yaptığı tek eserdir. Yanı başındaki parktaki "Kırım Tatar Sürgün Anıtı" ise, sizi 18 Mayıs 1944’e götürecek ve bir milletin yok edilmek istenmesine rağmen hala ayakta olduğunu hissettirecektir size.

Eğer Gözleve’deki kalış saatlerini daha da uzatabilecekseniz, Han Camii’nin yanındaki parkın kenarındaki Cafe Mustafa’da müzik ve dans programı eşliğinde akşam yemeğinizi yiyebilirsiniz.

Sudak Şehri ve Kalesi

Kalesi ile meşhur Sudak aynı zamanda göz alabildiğini uzayan doğal ve temiz plajları ile önemli bir sayfiye merkezidir. Bu şehrin yanı başındaki tepe üzerine kurulan Sudak Kalesi’nden çevrenin manzarasını seyredebilir, ardından da kendinizi Karadeniz’in serin sularına bırakabilirsiniz.

Sudak’a gelirken yolunuzu biraz uzatmak pahasına Eskikırım’a uğrayıp Sultan Baybars Camii’nin harabelerini ve de Özbek Han Camii ile Medresesi’ni de görebilirsiniz. Eskikırım’ın öneminin Kırım Hanlığı’nın ilk başkenti olmasından geldiğini de unutmamak lazım.

Seneye Yine Kırım’dayız...

Gezimiz nihayete erdiğinde bize yetmediği hususunda herkes fikir birliği etmişti. Bir daha gelmeyi planlayarak Türkiye’ye döndüğümüzde hatırımızda pek çok güzelliğin kaldığını gördük. Yalta’da dünya siyaseti tarihinin en önemli anlarının geçtiği Livadiya Sarayı'nı, Gurzuf’ta deniz ile doğanın o güzel birlikteliğini, Gözleve Han Camii’nde Sinan’ın sanatının yüceliğini, Hansaray’da bir imparatorluğun geçmişteki azametli günlerinin izlerini görebilmenin hazzına yaşadık.

Kırım Tatarların deyimiyle “Ak Topraklar” denilen Türkiye’den Kırım’a düzenlediğimiz gezimizin bu kadar güzel geçmesindeki katkılarından dolayı, mihmandarlığımızı yapın Vasfiye Aliyeva’ya, Niyara Mecitova’ya, Yalta sokaklarında Ayyıldızımızı gururla taşıyan sevgili Elmira Abibulla’ya ve kıymetli ağabeyim Necmettin Yalta’ya sonsuz teşekkürler...

Bir dahaki Kırım gezimizde buluşmak dileğiyle...

M. Akif ALBAYRAK

Not: M. Akif Albayrak bu yazıyı bize gönderdikten sonra 6 Haziran 2007 tarihinde vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asteriks, Loreena McKennitt, Enya ve Yozgat

Sabahın erken saatinde tur otobüsünü bekliyorum. Durağa gelen bir kaç hanım "Yozgat'a mı gideceksiniz?" diye soruyor. "Evet" diye cevaplıyorum. İçlerinden birisi "Napacaksınız Yozgat'ta, işiniz mi yok?" diye soruyor. "Siz niye gidiyorsunuz?" diyorum. "Ben Yozgat'lıyım" diyor. Doğrusu bu durum Yozgat hakkındaki genel kanıyı özetliyor. Oysa ben size: "Enya, Loreena McKennitt ve Asteriks aslen Yozgat'lıdır" desem ne derdiniz?

Karboğazı Destanı

Karboğazı Muharebesi, Kurtuluş Savaşı'nda Toros dağlarında Fatma Nine, yörükler ve köylülerden oluşan Milli Kuvvetler ile Fransız ordusu arasında kara savaşı. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisinden sonra Osmanlı ordusu Mondros Mütarekesiyle silahsızlandı. Müttefikler, ateşkesten 47 gün sonra 17 Aralık 1918'de Mersin'i işgal ettiler. Hemen ardından Fransa güney Anadolu'nun çoğunu işgal etti. Güneybatı İtalyan kontrolü altında olduğundan, Türkiye Akdeniz'le irtibatını kaybetti. Dağları kontrol etmek için Fransız planı : Fransa deniz kıyısını ve Çukurova gibi alüvyal ovaları kontrol etmeye çalıştı. Ancak Toros Dağlarındaki köylülerin ve göçebe Yörük obalarının kontrolü zordu. Dahası, Akdeniz kıyılarından Orta Anadolu'ya ana geçit olan antik çağın Kilikya Kapısı Gülek Geçidi, milli kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Gülek Geçidi'nin etrafında Fransız hakimiyetini sağlama görevi için Binbaşı Mesnil yönetiminde bir tabu

Kurtuluş Savaşının Kadın Kahramanları: Şerife Bacı

Yıl 1921, Aralık ayında kar birdenbire bastırmış, Küre ve Ilgaz dağlarından geçen İnebolu-Ankara yolu kapanmıştı. Cepheye giden nakliye kolları geceye kalmadan yakın köy ve hanlara sığınmışlardı...