Ana içeriğe atla

Karda Kışta Sinop Yollarında

Mount Ilgaz

Aralık ayında, kış günü, hadi Sinop'a gidelim dedik. Planlarımızı yaptık, hazırlandık. Tam da gideceğimiz gün kar yağışı, tipi başlamasın mı... Ama biz, "Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!" düşüncesiyle, karda kışta, su perisi Sinope'nin ve süperstar Ajda'nın şehri Sinop yollarına düştük. Sinop'ta pilav yer miyiz bilmem ama umarım hamsili pilav olur... Rivayet olunur ki, yine bir Sinop'lu, filozof Diyojen de içinde yaşadığı fıçının önünde güneşlenirken, "dile benden ne dilersin" diyen Büyük İskender'e "gölge etme başka ihsan istemem" demiş. Dile kolay! İskender bu...

Daha Ankara'dan çıkmadan kar yağışı arttı. Ama biz zincir takıp yola devam ettik. Ilgaz Dağı geçidini, Kastamonu'yu geçtik, gece vakti Sinop'a ulaştık. Bir de ne görelim, Sinop ılıman mı ılıman, bütün Anadolu karlar altındayken, Sinop'a yağmur yağıyor... Gece vakti pek göremedik ama, otelimiz deniz kıyısında. Sıcacık otelimize yerleştik, sıcak suyla duşumuzu, banyomuzu yaptık. Oh Karadeniz'i de pek severim zaten... Akşam da bize bir balık ziyafeti hazırlamasınlar mı... Yeme de yanında yat... Biz de yedikten sonra yattık zaten...

Sabahın o muhteşem masmavi ilk ışıklarıyla uyandım. Aman Allahım, o ne güzellik öyle... Boşuna değil yani su perisi Sinope... Sinop körfezi günün ilk ışıklarıyla aydınlanırken, sıcak odamdan körfezdeki balıkçıların ağlarını toplamasını izliyorum... Sinop limanı Karadeniz'deki balıkçıların sık sık sığındıkları güvenli bir doğal liman. Tabii hemen fotoğraf makinamı kapıp sizin için fotoğraflar çektim.



Sinop limanının masmavi gök ve denizine karşı mükellef bir kahvaltıdan ve sıcak bir kahveden sonra her türlü hava şartlarına karşı önlemlerimizi alıp Sinop çevresini gezmeye çıktık. Ne ilginçtir, Karadeniz yazın ayrı güzel, kışın ayrı güzel oluyor...

Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül, aldırma,
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma.


Dışarda deli dalgalar,
Gelip duvarları yalar,
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma.


Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü,
Deniz gibidir gökyüzü,
Aldırma gönül, aldırma.

Tabii Sinop denince akıllara hemen Sinop cezaevi geliyor. Şehrin orta yerinde, kayalıkların üzerinde haşmetli bir tarihi bina. Sonradan Kerem Güney ve Edip Akbayram tarafından bestelenen Sebahattin Ali'nin meşhur şiiri de burada yazılmış.

Nazım Hikmet de burada yatmış. "Dört nala gelip uzak Asya'dan, Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan, Bu memleket bizim..." diyen Nazım Hikmet'in güzel şiirlerini bilmeyen yoktur herhalde tüm dünyada... Ama bir başka özelliğini, ressamlığını bilir miydiniz? Burada tanıdığı Sinop'lu fırıncının yağlıboya bir tablosunu yapmış. Üzerinde 1940 yılının tarihi var. Ankara Kalesinde Galeri Z'nin özel koleksiyonunda görebilirsiniz. Doğrusu Nazım Hikmet'in bu yönünün bilinmemesine çok şaşırdım tablosunu görünce... İşte de fotoğrafı... Yani fotoGezi olmasa haberimiz bile olmayacak... Böyle şeyleri de ancak fotogezi.blogspot.com'da görebilirsiniz tabii... Şimdi ise rengârenk, cıvıl cıvıl turistleri ağırlıyor Sinop cezaevi. Emekli gardiyan Pala ise, turist rehberliği yaparak işini sürdürüyor. Hem kendi işine, hem de burada yatmış olan mahkumlara ilginç bir saygısı var.

Nazım Hikmet, Fırıncı Tablosu, Sinop 1940, Galeri Z, Ankara

Dışarıda tarihi bir taş yapıdaki kahvede oturup sıcak bir çay içiyoruz. Sinop'ta tabii ki yalnızca cezaevi yok. Hele öyle bir kumsalı var ki mutlaka görmek gerek. Yazın da bir başka güzel olur burası.



Limanı ve kalesi de muhteşem. Zaten denizi doğal bir liman ve Karadeniz'deki irili ufaklı gemiler için bir sığınak olan Sinop'un rıhtımı da balıkçı tekneleriyle dolu. Martılar bir bulut halinde limana inip inip havalanıyorlar.

Ertesi gün dönüş yoluna çıkıyoruz. Kastamonu yolunda muhteşem manzaralı dağlardan, tepelerden geçiyoruz. Kar yağışı iyice artmış. Ilgaz yolu kapanmış. Önümüzde kar aracı ve trafik ekip aracı olmak üzere arkadan da biz geliyoruz. Akşam hava kararıyor. Dışarıda her taraf kar. Etrafı alacakaranlık, harika bir mavilik kaplamış. Ama diğerleri pek de öyle düşünmüyorlar. Neyse, gecenin geç saatlerinde Ankara'ya dönüyoruz.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asteriks, Loreena McKennitt, Enya ve Yozgat

Sabahın erken saatinde tur otobüsünü bekliyorum. Durağa gelen bir kaç hanım "Yozgat'a mı gideceksiniz?" diye soruyor. "Evet" diye cevaplıyorum. İçlerinden birisi "Napacaksınız Yozgat'ta, işiniz mi yok?" diye soruyor. "Siz niye gidiyorsunuz?" diyorum. "Ben Yozgat'lıyım" diyor. Doğrusu bu durum Yozgat hakkındaki genel kanıyı özetliyor. Oysa ben size: "Enya, Loreena McKennitt ve Asteriks aslen Yozgat'lıdır" desem ne derdiniz?

Karboğazı Destanı

Karboğazı Muharebesi, Kurtuluş Savaşı'nda Toros dağlarında Fatma Nine, yörükler ve köylülerden oluşan Milli Kuvvetler ile Fransız ordusu arasında kara savaşı. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisinden sonra Osmanlı ordusu Mondros Mütarekesiyle silahsızlandı. Müttefikler, ateşkesten 47 gün sonra 17 Aralık 1918'de Mersin'i işgal ettiler. Hemen ardından Fransa güney Anadolu'nun çoğunu işgal etti. Güneybatı İtalyan kontrolü altında olduğundan, Türkiye Akdeniz'le irtibatını kaybetti. Dağları kontrol etmek için Fransız planı : Fransa deniz kıyısını ve Çukurova gibi alüvyal ovaları kontrol etmeye çalıştı. Ancak Toros Dağlarındaki köylülerin ve göçebe Yörük obalarının kontrolü zordu. Dahası, Akdeniz kıyılarından Orta Anadolu'ya ana geçit olan antik çağın Kilikya Kapısı Gülek Geçidi, milli kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Gülek Geçidi'nin etrafında Fransız hakimiyetini sağlama görevi için Binbaşı Mesnil yönetiminde bir tabu

Kurtuluş Savaşının Kadın Kahramanları: Şerife Bacı

Yıl 1921, Aralık ayında kar birdenbire bastırmış, Küre ve Ilgaz dağlarından geçen İnebolu-Ankara yolu kapanmıştı. Cepheye giden nakliye kolları geceye kalmadan yakın köy ve hanlara sığınmışlardı...