Ana içeriğe atla

Datça yarımadasında bir keşif: Orhaniye Köyü

Datça Yarımadasının güneyinde, Hisarönü Körfezinde, Marmaris'in hemen güney batısında saklı bir cennet Orhaniye Köyü...

Herşey “Aga sen artık bizim muhabirimizsin, git Orhaniye’ye resim çek, yazı yaz, orayı bize tanıt, bana bak para mara da yok haaa!” talimatı ile başladı. Talimatı kim mi verdi? Anne tarafımdan bir hısım diyelim . Çaresiz kabul ettik lakin ben ne yazacağım, Elif Şafak ya da Orhan Pamuk değilim ki ne yazsam okunsun. Üstelik bu satırların yazarı; hem üniversite öncesi hem üniversite yıllarında kompozisyon derslerinde hocalarının hışmına uğramış “Sende zerre kadar kurgu mefhumu yok, ne anlattığını, niyetini anlamak imkansız!” övgülerine mazhar olmuş biri. Gerçi muharrirliğe ilgi duymuşluğum var ama müktesebat uygun değil. Fotoğrafçılığımı da varın siz düşünün artık. Ezcümle sevgili okur bu girizgah hiç de umut verici değil.

Orhaniye ismini ilk kez bir öğrencimden duydum. Sakin, doğa içinde geçirilecek bir tatil için bana Orhaniye, Erol Motel’i tavsiye etmişti. Orhaniye sevdam 2004 yılında böyle başladı ve hala sürüyor.

Fotoğraf 1: Orhaniye



Orhaniye’ye gitmek için önce Marmaris’e gitmek lazım. Marmaris otogardan şehre ulaşmak çok kolay; taksi, minibüs, seyahat acentelerinin servisleri herşey var. Marmaris Otogardan bindiğiniz vasıta sürücüsüne Orhaniye’ye giden minibüslerin durağında ineceğinizi söylemek yeterli. Ancak çok sevimsiz, sıcak olduğunda güneşten kaçacak tek bir ağaç altı bulamayacağınız bir yere bırakacaklar sizi, yıllardır düşünürüm bu durak neden otogara taşınmaz diye, bu tür soruların cevabı olmaz bilirim ama yine de sorarım işte. Yanda bu yılki minibüs saatleri çizelgesini koyuyorum, saatler uygun. Yani Marmaris’ten Orhaniye’ ye ve Orhaniye’den Marmaris’e ulaşım kolay eğer arabanız yoksa. Yol yarım saat, kırk dakika arası sürüyor. Minibüs Datça yolunu Bozburun sapağına kadar izliyor, sonra Bozburun yoluna giriyor. Bu yol Bozburun’a kadar uzanan, üzerinde cennet gibi diyarların (Orhaniye, Turgut, Selimiye vb.) olduğu bir yol. Adı bile duyulmamış, adını sizin koyabileceğiniz plajlar göreceksiniz. Gerçi "plaj" sözü eskilerde kaldı artık “beach” deniyor. Güzergah sürekli değişen manzaralarla asla sıkıcı değil, bir de eğer Orhaniye yerlileri varsa minibüste yol daha da eğlenceli oluyor. Çünkü Orhaniyelilerin ilginç aksanları ile yaptıkları telefon konuşmaları ya da birbirlerine anlattıkları köy dedikodularını dinlemek hoş.

Köy üç kısım diyebilirim. İlk kısmını yoldan görmek neredeyse imkansız. Orman içi bir köy, taş binalar da var, eski usul, betonarme yapılar da. Sonra ikinci kısma geliyorsunuz, burada bir iki pansiyon, bir iki bakkal, bir iki lokanta var. Hepsi bu zaten. Erol Motel de bunlardan biri, yol üzerinde, görmemeniz imkansız. Biraz daha gidince benim “asıl köy” dediğim kısım var, cami köy kahvesi ve yerleşim burada. Kızkumu da burada zaten.

Fotoğraf 3: Kızkumu



Erol Motel denilince aklıma gelen ilk “Fatma Yenge”. Onun sevecenliği, tatlı dili ve lezzetli yemekleri. Yani beşbin yıldızlı otellerde bulamayacağınız herşeyi size sadece tek başına Fatma Yenge ve ailesi sunuyor. Erol Motel mütevazı, sade, temiz, son derece amatörce işletilen bir aile pansiyonu. Ama herşey o kadar iyi niyetli ve saf ki sanırım ben bu yüzden vazgeçemiyorum buradan. Odalar klimalı, TV ve uydu yayını var. Daima temiz bir havuzu var, şanslı iseniz sık sık tek başına yüzebileceğiniz kadar tenha olabiliyor havuz. Sabah kahvaltıda yediğiniz domatesleri siz uyurken Fatma Yenge bahçeden toplamış oluyor. Zeytinler de bahçenin ürünü. Pansiyon, yine eğer şanslı iseniz, dönem dönem çok ama çok sakin olabiliyor ya da uyumlu bir müşteri profili karşınıza çıkabiliyor. Ama bu demek değil ki şansınız yoksa burası cehenneme dönüşüyor. Plaj pansiyona yürüme yolu 5 dakika mesafede. Zeytin ve incir ağaçları arasında yürüyorsunuz plaja. Üstelik incir ağaçlarına dalmak serbest.

Plaj ile ilgili bir endişemi ve aslında Orhaniye ile ilgili endişemi belirtmeden geçemeyeceğim. Orhaniye Koyunun başlangıcında bir yat limanı var. İşin kötüsü koyun sonunda da daha küçük çaplı bir yat limanı var. Ve ne yazık ki bu işletmeler koyu giderek kirletmekte, aslında kendi bindikleri dalı belki de farkında olmadan yavaşça kesmekteler. Aslında her iki yat limanı da aşağıdaki resimlere bakınca Orhaniye’nin süsü, rengi gibi duruyorlarsa da kirletici etkileri unutulmamalı.

Fotoğraf 5: Yat limanı (Martı Marina)



Fotoğraf 6: Yat limanı



Ben ilk gittiğimde masmavi olan koy bu seferki gidişimde üzülerek aşağıdaki iki fotoğraftaki rengi almıştı. Bir de Kızkumu sıkıntısı var ki sormayın gitsin, bu doğa harikasına bir ara Kültür Bakanlığı sahip çıkar gibi oldu. Turnike koyup ziyaretçi sayısını kısıtlayacaklardı, ancak olmadı. Aslında ziyaretçiler sadece ayakları ile yürüseler belki bir şeycik olmayacak ama bazı abiler “acaba bizim 4 çeker Kızkumunun üstünde de çeker mi leyn” diyip coşkuyu verebiliyorlar.

Şimdi okuyacaklarınız internetten topladığım Kızkumu bilgileri: Kızkumu bir kıyı oku (Kıyı Kordonu) oluşumudur. Kıyı oku, dalga ve akıntıların kıyıdan taşıdıkları maddeleri küçük koylarda biriktirmesi ile oluşan, bir ucu karaya bağlı ve denize doğru ok şeklinde uzanan yığıntılardır. Kıyı kordonu bir koyun önünü kapatacak şekilde gelişirse kıyı kordonu gerisinde lagün oluşur. Denizin içinden giden bu yolun uzunluğu 600 metre kadar, küçük çakıl taşlarından oluşuyor.

Fotoğraf 7: Kirlilik



Fotoğraf 8: Kirlilik



Fotoğraf 9: Kızkumu: Denizde yürüyenler



Evet Kızkumu. Etrafınızdan tekneler seyir ederken devadam edasıyla denizin ortasında size yürüme imkanı veren doğa harikası. Bir iki adım ötesi metrelerce derinlikte iken sizin en fazla diz kapaklarınıza gelecek yerde yürüme keyfi.

Orhaniye’de hangi pansiyonda kalırsanız kalın çılgın geceler yok haberiniz ola. Köy kahvesi dışında oturacak tek yer neredeyse Kızkumunda turistleri keklemek üzere var olan kahve. Orası kalabalık ve gereksiz bir yer.

Bir de adası var Kızkumunun. Kalenin bölgede kurulu Baybassos antik kentine ait olduğu sanılıyor. Kayık tutarak adaya, patika yolu izleyerek tepedeki kale kalıntılarına kadar çıkabilirsiniz.

Fotoğraf 10: Orhaniye Adasındaki kale kalıntıları



Orhaniye'de, Kızkumunun olduğu yer de dahil olmak üzere üç değişik yerde plaj var. Birbirine çok yakın bu plajlar. Hafta sonları kalabalık olabiliyor.

Fotoğraf 11: Kızkumuna daha yakın olan plaj



Fotoğraf 12: Kızkumuna daha uzak olan plaj



Orhaniye’de iken mutlaka yapmanız gereken şeylerden Hisarönü Köftecisine gitmektir. Dışardan bakınca perili ev görünümünde bir yer, sahipleri de öyle. Üç orta yaşlı adam. Birisi at kuyruklu. Nasıl bulcaz demeyin, orası sizi bulur, görmemeniz imkansız. Köftesi çok güzel, yanında getirdikleri közlenmiş sarımsak çok güzel, piyazları salataları çok güzel, buz gibi kuyu suları çok güzel. Hesap makul. Sarmaşıklarla kaplanmış bir yer, sarmaşık günde 12 cm uzuyormuş, dedim ya perili bi yer.

Fotoğraf 13: Hisarönü Köftecisi



Orhaniye aslında çevresi itibari ile üs edinip etrafa çok güzel günü birlik geziler yapmaya imkan veren bir yer. Bozburun, Turgut, Çiftlik, Şelale, Selimiye ve elbetteki Datça. Datça hariç yarım saat bile sürmeyen mesafeler, üstelik araba şart değil, minibüs mesafesi yerler. Bozburun’da Bülent Ortaçgil severleri bir sürpriz bekliyor. Kayalar arasındaki ev onun. Bulması sizden!

Datça’ya giderken Balıkaşıran diye bir mevki var, Bencik koyu da deniyor. Burada Akdeniz ile Ege’yi sadece dar bir kara parçası ayırıyor. Eski Datça’da Can Yücel’in evi ve taş evler var. Bence görmek lazım. Ancak merhumun eşi ziyaretçilerden müşteki. Aman dikkatli olalım.

Fotoğraf 14: Eski Datça, Taşevler

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asteriks, Loreena McKennitt, Enya ve Yozgat

Sabahın erken saatinde tur otobüsünü bekliyorum. Durağa gelen bir kaç hanım "Yozgat'a mı gideceksiniz?" diye soruyor. "Evet" diye cevaplıyorum. İçlerinden birisi "Napacaksınız Yozgat'ta, işiniz mi yok?" diye soruyor. "Siz niye gidiyorsunuz?" diyorum. "Ben Yozgat'lıyım" diyor. Doğrusu bu durum Yozgat hakkındaki genel kanıyı özetliyor. Oysa ben size: "Enya, Loreena McKennitt ve Asteriks aslen Yozgat'lıdır" desem ne derdiniz?

Karboğazı Destanı

Karboğazı Muharebesi, Kurtuluş Savaşı'nda Toros dağlarında Fatma Nine, yörükler ve köylülerden oluşan Milli Kuvvetler ile Fransız ordusu arasında kara savaşı. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisinden sonra Osmanlı ordusu Mondros Mütarekesiyle silahsızlandı. Müttefikler, ateşkesten 47 gün sonra 17 Aralık 1918'de Mersin'i işgal ettiler. Hemen ardından Fransa güney Anadolu'nun çoğunu işgal etti. Güneybatı İtalyan kontrolü altında olduğundan, Türkiye Akdeniz'le irtibatını kaybetti. Dağları kontrol etmek için Fransız planı : Fransa deniz kıyısını ve Çukurova gibi alüvyal ovaları kontrol etmeye çalıştı. Ancak Toros Dağlarındaki köylülerin ve göçebe Yörük obalarının kontrolü zordu. Dahası, Akdeniz kıyılarından Orta Anadolu'ya ana geçit olan antik çağın Kilikya Kapısı Gülek Geçidi, milli kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Gülek Geçidi'nin etrafında Fransız hakimiyetini sağlama görevi için Binbaşı Mesnil yönetiminde bir tabu

Kurtuluş Savaşının Kadın Kahramanları: Şerife Bacı

Yıl 1921, Aralık ayında kar birdenbire bastırmış, Küre ve Ilgaz dağlarından geçen İnebolu-Ankara yolu kapanmıştı. Cepheye giden nakliye kolları geceye kalmadan yakın köy ve hanlara sığınmışlardı...