Ana içeriğe atla

Oğlumla Datça'da



“Palamutbükü’ne gidelim” dedi oğlum. “İyi de nerede kalınır peki?” dedim. Pansiyon araştırdım ama pek matah bir yer bulamadım. Çoğu Palamutbükü ahalisinin işlettiği, internete bakıldığında haklarında türlü şikayetler olan müesseseler. Velhasıl ucuz, temiz, nezih, samimi ve mütevazı bir yer bulamadım. Oğluma “neden Datça’da kalmıyoruz, istediğinde gidip Palamutbükünde doyana kadar yüzersin” dedim. “Uyar” dedi.



Bu kez Datça’da pansiyon araştırdım. Tunç Pansiyon diye bir yer buldum. Ekşi sözlük dahil olmak üzere bir çok sitede hatta yabancı turistlerin yorumlarında bile sitayişle bahsediliyor, şikayet neredeyse yok. Tunç Pansiyondan yer ayırttım, iki kişi sabah kahvaltısı dahil günlük 90 TL. Otobüs biletleri aldım ve MÖ 2000 den beri sokaklarında insanların dolaştığı Datça’ya doğru yola çıktık.

Otobüs Muğla’ya geldiğinde hep uyanırım, sonrasında heyecanla otobüsün Sakar Geçidine varışını beklemeye başlarım ve elbette Gökova Körfezinde denizi göreceğim anı. Akyaka sapağından geçmek daha sonra Marmaris sapağında eskiden arasından araba yolu geçen Okaliptüs ağaçlarını görmek, arasından geçilen günleri yad edip oğluma anlatmak çok güzel.

Datça’ya her varışta aynı şeyi sorgularım: Bu kadar kötü şehir girişi ve şehir planlamacılığı dünyada sadece bizim belediyelerimize mi özgüdür? Datça’nın girişi Reşadiye sapağından başlayarak mezbele görüntüsünde, cennet gibi bir yere yakışmayan, ne olduğu belli olmayan dükkanlar ile doldurulmuş, sanayi sitesinden geçiyorsunuz gibi. Datça’ya ilk gelenlere “nereye geldim” dedirtecek bir giriş. Aslında benzeri yakınmalarımı taş evleri yıkıp yerine zevksiz ve zerre kadar estetik kaygısı taşımadan yapılmış betonarme binalar konusunda da sürdürebilirim.

Terkedilmiş durumdaki taşevlerden birkaç tane kalmış, oysa Datçayı Datça yapan ögelerden biri de kesinlikle bu taş yapılardır. Zevksiz betonarmeler mi yoksa taşevler mi yakışıyor Datça’ya?

İçimden Belediye Başkanı olsam da caddeyi tamamen yıkıp eski geleneğe uygun taş evlerden yaptırsam, bunları da pansiyon, lokanta, kahve ve dükkan olarak kiraya versem dedim...

Ama yine de Datça’ya varmak güzel, en sıcak günlerde bile sizi tatlı esintisiyle rahatlatır Datça, Marmaris’in cehennemi sıcağı asla yoktur burada. Bizi de çok hoş bir hava karşıladı, kolayca kalacağımız pansiyonu bulduk, yerleştik, oğlum kararsızdı ilk anlarda pansiyon konusunda, ben mahalle arası, Datça’nın asıl rengine yakışan, önüne Datça pazarı kurulan, etraftaki evlerden kahvaltı esnasında çay kaşığı şıkırtıları ve annelerin çocuklarını azarlama sesleri duyulan bu mütevazı pansiyonu ilk anda beğendim ama çok uzun sürmedi bu...

İlk kahvaltımız bozuk yumurta krizi ile başladı, oysa kahvaltısı çok övülmüştü internet yorumlarında. Kaynamaktan morarmış yumurta “merhaba” dedi bize. Özür niyeti ile getirilen yumurta da bozuktu. “Kahvaltı almayacağım artık” dedim Tunç Pansiyonun sahibi Metin Bey’e. Neden bile demedi. Odamız itilmiş kakılmışlar için rezerve bir oda. Bitişik nizam yapılmış iki evin taşlığına bakıyor, balkon var ama balkon bile boğucu. Çünkü balkon ile diğer evin duvarı arasındaki mesafe neredeyse bir metreden az. Üç hafta önceden rezervasyon yaptırmama rağmen en rahatsız oda verilmiş. Nefes alabileceğim bir oda istedim. Oda şikayetime üç gün sonra cevap geldi, ama artık yerleşmiştik ve teşekkür ettim. Her nedense eski müşteriler ve yabancı konuklar el üstünde tutuluyor, yeniler ikinci sınıf. İyi de eski müşteri olup bazı imtiyazlar elde edebilmek için neden beklemem lazım? Bir de şimdiye kadar karşılaştığım en garip pansiyon anım var: “Balkonumuzda bir sandalye eksik” dedim, Metin Bey: “Şunlardan birini çıkart odaya, benim çıkarttırmam ancak yarın mümkün” dedi. O an bitti herşey, oğlum ile pansiyon aradık ancak ne taşınmak istiyorduk ne de istediğimiz ayar bir yer bulabildik. Ve kaldık...

Datça merkezinde kalmak, tatil esnasında ihtiyacınız olan herşeyi kolayca sağlamanıza olanak sağlıyor. Plaj, fırın, bakkal, eczane, lokanta, banka, atm, köylere ve civar sitelere sefer yapan minibüslerin durağı hatta hastane yürüyüş mesafesinde. Üstelik Datça gece hayatı renkli ama paçoz değil. “Marmaris ve Alanya style” bir yer değil. Yani kolunuzdan çekip sizi akşam yemeğini onların lokantasında yemeğe ikna etmeye çalışan yapışkan böceklerden yok. Akşam eğlencesi arayan testosteron saçan insanımsılardan şükür hiç yok. Canlı müzik yapan bir ya da iki bar var. Herşey huzur dolu.

Datça’ya geldiğimiz ilk sabah bir önceki yıl denize girmek için oturduğumuz yere gittik. Café inn Pizzeria olmuş adı. Ama önceki adını hatırlayamadım. Kumluk plajının Cumhuriyet Meydanına yakın kısmında. İşletenler değişmiş. Çok sevdik Sibel Hanım ile Halis Beyi. Bize güleryüz, samimiyet, huzur, lezzet sundular zarafetle. Selanik göçmeni sevimli garson kızı da unutmadık. İlk sabah kahvaltıda yediğimiz tostlardan sonra oradan bir daha ayrılamadık. Tost ama bildiğiniz tost değil, yanında Halis Beyin olanca özeni ile doğradığı jilet kalınlığında domates dilimleri, üzerinde azıcık harika bir zeytinyağ gezdirilmiş, alaca denen lezzet küpü zeytinler, mis gibi bergamut kokulu yeni demlenmiş çay. Müşteri profili de makul hatta “magandafree”. Ama iş tost ile sınırlı değil, ev yapımı yani dondurulmamış kızarmış patatesler, hamburger, zeytinyağlı bamya, sabah kahvaltısında sunulan, tadı hala damağımda kalan ve bugüne kadar ilk defa rastladığım kuşüzümlü ve bilmediğim başka bir baharatlı kıymalı börek, başka yerde yemek imkanı olmayan menemen, pizza, makarna. Aslında ne yeseniz özenli ve lezzetli. Sunumları, tabak ve bardak seçimleri ince bir zevki yansıtıyor. Önü hemen deniz, şemsiye ve şezlong kullanmak ücrete tabi değil. Hemen orada belediyeye ait duş ve plaj kabini var. Günü sıkılmadan geçirebilirsiniz.



Café inn’in önündeki yaya yolu ve Kumluk plajı. Datça’nın akşam en canlı yeri burası, şezlonglar toplanıp buralara lokantaların masaları konuyor, yaya yolu da akşam yürüyüşüne çıkanlarla doluyor.

Bunun dışında ev yemekleri için Zekeriya Sofrası ve Korsan tercih edilebilir. İkisi de Atatürk Caddesi üzerinde Cumhuriyet Meydanına yakın bölümde. Yanyana sürekli kalabalık lokantalar. Fiyatları uygun yemekleri leziz.

Datça’da her yerde denize girilebiliyor. Kumluk Plajı önü açık deniz olması itibarı ile soğuk ama tertemiz, deniz tabanı tamamen kum ve çok sığ, boyunuzu aşması için belki de 100 metre açılmak gerek. Kumluk Plajından başlayarak Devlet Hastanesi tarafına yürünürse, önce Hastanealtı plajına kavuşuluyor, yolun devamında çok sayıda tatil sitesi ve birkaç otel var. Ünlü Datça “ucubesi” Öğretmenevi nihayet yıkılmış, çok isabetli bir karar olmuş.

Datça tatili esnasında iki kere Palamutbükü'ne gittik. Atatürk Caddesi üzerindeki Kamil Koç Yazıhanesine çok yakın bir eczane köşesinden tüm köy minibüsleri kalkıyor. Palamutbükü otobüsü biraz kalabalık olabiliyor, servis saatleri değişir endişesi ile burada yazmayacağım ama temini kolay bişi. Yol 45 dakika sürüyor, tabiat harikası yerlerden geçiyorsunuz, kaya mezarları ve mağaralar dikkat çekiyor, rakım yükseldikçe arı kovanları başlıyor. Yol boyunca beni en çok etkileyen köy “Sındı”. Adı savaş zamanları asıl yerleşimlerini terk eden halkın bu köyü sığınmak için kullanmaları efsanesine dayanıyor, “sığındı” sözcüğü yerel ağızla söylene söylene “Sındı” ya dönüşmüş. Palamutbükü'ne giderken sağ tarafta köyün levhası olmasa köy görülmüyor, saklanmış.

Palamutbükünde Dostlar Restaurant var. Sahibi Tayyar. Makul biri. Ağaçların altında güzel bir lokanta. Arkanızı dönünce dağlar, önünüzde deniz. Palamutbükü Datça’ya nispeten pahalı ama fiyatlar her yerde aynı. 2013 Ağustos’da kalamarın porsiyonu 20 TL idi. Avcı böreği fena sayılmaz. Burada hizmet olarak beklentiniz yüksek olmasın, deniz ve doğa için görülmeğe değer, üstelik çok tenha. Birden derinleşen ama pırıl pırıl bir deniz olduğunu unutmayın.

Datça’ya gidip zeytin, zeytinyağ, bal, kekik ve badem almadan dönmek olmaz. Datça’nın tarım ürünleri arasında en eskisi ve önemlisi badem. Çok faydalı ve sağlık açısından bol şifalı bir meyve badem. Bu sene Pehlivan diye bir dükkan buldum, ürünlerinden memnun kaldım, aslında fiyatlar hemen hemen heryerde aynı ve bademde neredeyse pazarlık payı yok. Nurlu bademin kilosu 55 tl, 850 gram kekik balı 25 tl. Kargo ile evinize gönderiyorlar ne alırsanız, çok güzel paketleniyor, iyi organize edilmiş bu kısmı. Kargo masrafı size ait.

Datça çam balı ve kekik balı ile ünlü. El değmemiş doğası nedeniyle yüksek kaliteli çam ve kekik balları Datça'daki dükkanlarda mevcut.

Seneye elbette yine Datça. Göremediğim yerleri görmek için, sabahları uyanınca daha dinç hissetmek için, huzur için. Klişe bunlar demeyin bozulurum; deneyin sadece. Datça pazarında çeşidini sayamadığım domates, biber, şeftali renkleri bile insanı dinlendiriyor. Akşam Cumhuriyet Meydanında oturup esen rüzgarla serinlemek uykuya hazırlık yapmak ve sonra yatağa kavuşmak bile güzel.

Sanırım tek dezavantaj pansiyon. Pansiyon çok ama pansiyon yok. Apartlar çok yaygınlaşmış, onlar da bana uygun değil. Antalyalı diye bir pansiyon buldum seneye orayı deneyeceğim. Burada terastan denizi görerek kahvaltı etmek mümkün, odalar klimalı ve buzdolaplı.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asteriks, Loreena McKennitt, Enya ve Yozgat

Sabahın erken saatinde tur otobüsünü bekliyorum. Durağa gelen bir kaç hanım "Yozgat'a mı gideceksiniz?" diye soruyor. "Evet" diye cevaplıyorum. İçlerinden birisi "Napacaksınız Yozgat'ta, işiniz mi yok?" diye soruyor. "Siz niye gidiyorsunuz?" diyorum. "Ben Yozgat'lıyım" diyor. Doğrusu bu durum Yozgat hakkındaki genel kanıyı özetliyor. Oysa ben size: "Enya, Loreena McKennitt ve Asteriks aslen Yozgat'lıdır" desem ne derdiniz?

Karboğazı Destanı

Karboğazı Muharebesi, Kurtuluş Savaşı'nda Toros dağlarında Fatma Nine, yörükler ve köylülerden oluşan Milli Kuvvetler ile Fransız ordusu arasında kara savaşı. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisinden sonra Osmanlı ordusu Mondros Mütarekesiyle silahsızlandı. Müttefikler, ateşkesten 47 gün sonra 17 Aralık 1918'de Mersin'i işgal ettiler. Hemen ardından Fransa güney Anadolu'nun çoğunu işgal etti. Güneybatı İtalyan kontrolü altında olduğundan, Türkiye Akdeniz'le irtibatını kaybetti. Dağları kontrol etmek için Fransız planı : Fransa deniz kıyısını ve Çukurova gibi alüvyal ovaları kontrol etmeye çalıştı. Ancak Toros Dağlarındaki köylülerin ve göçebe Yörük obalarının kontrolü zordu. Dahası, Akdeniz kıyılarından Orta Anadolu'ya ana geçit olan antik çağın Kilikya Kapısı Gülek Geçidi, milli kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Gülek Geçidi'nin etrafında Fransız hakimiyetini sağlama görevi için Binbaşı Mesnil yönetiminde bir tabu

Kurtuluş Savaşının Kadın Kahramanları: Şerife Bacı

Yıl 1921, Aralık ayında kar birdenbire bastırmış, Küre ve Ilgaz dağlarından geçen İnebolu-Ankara yolu kapanmıştı. Cepheye giden nakliye kolları geceye kalmadan yakın köy ve hanlara sığınmışlardı...