Sakarya ormanlarında sık Yaprakların arasında Işık gölgelerle oynaşıyor. Ağaçların ve kuru meşe yapraklarının arasından çıkıverdi yaşlı Çoban, sürüsünün başında.
Önce selamlaşıyoruz, sonra biraz sohbet. Bir yandan fotoğraf çekiyorum. Buralıyım diyor. Değilsin diyorum, Trakya aksanını farkedip...
Derken laf Lafı açıyor... Anlatıyor... Yugoslav ordusunda savaşmış, İkinci Dünya Savaşı gazisi emektar Partizan... Mareşal Tito'nun askeriymiş. 50 yıl önce Türkiye'ye gelmiş. Bir de burada askerlik yapmış, gönüllü... Çağrılmadığı halde... Hatta askere almak istememişler, ne iş yapacaksın demişler. Asker ne görev verilirse onu yapar demiş, diretmiş, girmiş.
Gençlere taş çıkarır. Tam 82 yılı kutlu olsun. Deyneğimi verecek kimseyi bulamıyorum diyor. Çoluk çocuk okudu, iş güç sahibi oldu. Kimse çobanlık yapmak istemiyor. Bana koyunlarını sat diyorlar. Koyunlarımın kime ne zararı var? Ne yaparım diyor. Beni bunlar hayatta tutuyor...
Uzun uzun anlatıyor Makedonya'dan Tito'dan koyunlarından çocuklarından... İş zor diyor. Kışın kar yağıyor zor oluyor. Derken koyunlar yürüyor bir taraftan... Sohbet tatlı. 40 değil, 50 değil, sanki 80 yıllık dostlar buluşmuş gibi... Bırakıp gitmek istemiyor bir türlü... Allah'a emanet ediyor, yürüyor... Sonra dönüp yine el sallıyor... Koyunlarının ve akıp giden zamanın peşinden... Kesişen ve kesişmeyen çizgiler halinde yollarımızda... Güle güle... Allah'a emanet...
Biz hepimiz biriz aslında. Evrenin Ve zamanın bir yerinde...